İçinde rastlantı olmayan, yalnızca salt düşünce ürünü olan bu oyunu kendine karşı oynamayı istemenin mantık olarak bir saçmalık olduğunu en sığ düşünceye sahip biri bile anlayabilirdi. Çünkü satrancın stratejisi, birbirinden farklı iki beyinde farklı biçimlerde gelişmesidir. Bu özellik oyunu çekici hale getirir. Bu tinsel savaşta siyah, beyazın yapacağı hamleyi tahmin edemez ve çıkarım yapıp engellemeye çalışır. Diğer taraftan da beyaz siyahın amacını anlamak ve önlemek için uğraşır. Eğer siyahla beyaz aynı kişi olursa, ortaya saçma bir durum çıkar. Beyaz olarak oynarken bir dakika önce siyahın ne amaçladığını unutup hamle yapılmalıdır. Kişinin eş zamanlı olarak bir şeyi bilmesi ya da bilmemesi gibi tuhaf bir durum ortaya çıkar. Bu tarz bir ikili düşünme, bilincin mutlak anlamda bölünmesini ve sanki mekanik bir alet gibi beynin istendiği an açılıp, istendiği an kapanmasını gerekli kılar. Anlaşılacağı üzere, satrançta insanın kendisiyle oynaması, kendi gölgesinin üzerinden atlamak gibi zıt bir durumdur. Ömrüm boyunca hiçbir zaman ciddi anlamda bir satranç sanatçısı olmamıştım, ki bunun basit bir nedeni vardı. Satrançla her zaman öylesine ve sadece vakit geçirmek için ilgilenmiştim. Bir saat tahtanın karşısında otursam, bunu asla kendimi zorlamak için değil, aksine ruhsal gerilimden kurtulmak için yapardım. Diğerleri yani gerçek satranç oyuncuları satrancı ciddiye alırken, ben sözcüğün gerçek anlamında oynuyordum. Satranç için, tıpkı aşkta olduğu gibi bir eş gerekliydi ve güvertede bizim dışımızda satranç meraklıları olup olmadığını dahi bilmiyordum.